Ayar Necmi

Kasvetli bir sokakta buldu kendini. Akşam çalgı çengi yoktu, çok kişi de gelmeyecekti, o herkesin birbirini kaybettiği ve sonunda kimsenin birbirini tanıyamadan ayrıldığı günlerden de olmayacaktı ama yine de bir ton daha yüksek bir sokakta olmayı yeğlerdi. Yeğledi de hatta, fakat sokakta herhangi bir değişiklik olmadı. Mahallenin genelde it diye andığı, altı bilemedin yedi, yancılarla en fazla on kişiyi bulan bu sürü, hafta arası gece yarısı gelmeden hemen önce buluşur, gün doğumuna kadar yavaş yavaş içerlerdi. Rakıları genelde Yaş Mustafa getirirdi. Kendi üzümlerinden yaptığı, bakır imbiklerde dinlendirdiği rakının güzelliği aslında bu yöntemden değil, gençliklerinden beri ettikleri muhabbeti, tanıştıkları ayyaşlardan öğrendiklerini, ettikleri kavgada akan kanı, boğulurcasına attıkları kahkahaları ve ansızın uyandıkları beton yerlerin soğunu da rakının içine o nasırlı elleriyle bir bir özenle katmasındandı.

Fakat o gün Yaş Mustafa limandaki halat ayıklama işinin uzun süreceğinden dolayı gelemecekti. Kalan rakı bu beş itin birisine bile yetecek kadar olmadığından, bu seferlik Ayar Necmi'den istediler. Ayar Necmi sanki hiç yapmıyormuş gibi şaşırır, sonraki gün kendine ayırdığı rakıdan az kalacağı için biraz da içten içe üzülürdü. Oysa son yaptığı erik boğması bırak bu umutsuz, uğursuzları, tüm mahalleye tek tek ilkokulda öğrendikleri halk oyununu sabaha kadar fütursuzca oynatacak kadar güçlü ve bir o kadar da lezzetli idi. Öyle ki eline aldığında ağız, boğazdan akarken mide heyecanlanırdı. Onun rakısını içenler arasında tek başına aldığı her yudum sonrası ne bir damla su içmeye ne de bir şey yemeye kıyamayanlar o kadar çoktu ki, Ayar Necmi masaya rakı getirecek dediğinde ne Ezineli Uğur peynir getirir ne Manda Selim yoğurtla uğraşır ne de Cüce Ali annesini patlıcan közletmeye zorlardı.

No comments:

Post a Comment